Haber

İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Osmanlı saatçiliğinin piri Ahmet Eflaki Dede’yi anma etkinliği düzenledi

İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, “Osmanlı saatçiliğinin piri” olarak bilinen Ahmet Eflaki Dede’yi anmak amacıyla etkinlik düzenledi.

Fatih Alay Köşkü’ndeki Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi Kütüphanesi’ndeki etkinlikte konuşan İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz, “zaman” ve “saat” kavramlarının önemine değindi.

“Zaman ve medeniyet arasındaki ilişkinin mahiyeti, Osmanlı ve İslam toplumlarında zamanı algılayışın nasıl olduğu” gibi meselelerin üzerine düşünülmesi gerektiğini anlatan Yılmaz, “Zamanı ölçmek için geçmiş medeniyetimizdeki ölçümlerin nasıl olduğu dikkate şayan bir durumdur.” dedi.

Mekanik saat tamircisi Şule Gürbüz, Osmanlı’da ilk zaman ölçümlerinin mekanik olmayan yöntemlerle yapıldığını belirterek, “Orada güneş ve kum saatleri gibi kullanılan saatler, güneşi irtifa alarak hesaplanan yöntemlere dayanıyordu. İstanbul’daki en eski güneş saati 1470 yılında Ali Kuşçu tarafından yapılan ve çok silik de olsa izleri kalan bir güneş saatidir. Güneş saatleri, zamanı çok daha doğru ve incelikli bir şekilde ölçen aletlerdir çünkü standart ölçümler, vaktin mülke tahvil edildiği durumlardır.” bilgisini paylaştı.

“Türk mekanik saatçilerinin tamamı muvakkit kökenli”

Gürbüz, eski zaman ölçüm aletlerinin ve vakit hanelerdeki ölçümlerin daha hassas ve içinde bulunulan zaman ve insanla çok daha uyumlu bir ölçüm olduğunu belirterek, şunları aktardı:

“Burada zamanın, namaz vakitlerine göre belirlendiğini söyleyebiliriz. Örneğin Türk ve alaturka saatlerin bulunduğu bir durumda, ‘takriben’, ‘sularında’, ‘raddelerinde’ ifadeleri kullanılırdı. Zamanın ölçüldüğü güneş saatleri, muvakkithaneler de genel olarak, camilerin bitişiğinde yer alırdı. Orada bulunanlar zamanı ölçer, müezzine haber verir, onlar da ezanı okurlardı. Eğer bir sanayi toplumu değilseniz, işçi ve işveren ilişkisi sizin için asıl önemli olan unsur değilse ve bu durum sizde yoksa, vaktin aslında bu biçimiyle detaylı bir şekilde ölçülmesine gerek kalmıyor. Bu türden bir ölçüm ise 19 ve 20. yüzyılın başlarına kadar zaten ortada olmayan bir durumdur.”

Türk mekanik saatçilerinin tamamını muvakkit kökenli olduğunun altını çizen Gürbüz, “Bu muvakkitler medrese eğitimi görmüş, fen ilimlerini tahsis etmiş, çok ciddi sınavlardan geçmiş kişilerdir. İstanbul’da muvakkitler sadece büyük camilerde vardır ve 1952’ye kadar bu durum devam etmiştir. Öte yandan mekanik saatçilik söz konusu olduğunda, bizim bildiğimiz en eski Türk mekanik saatçisi, eserini hiçbir zaman göremediğimiz, 1580’de eserini veren, Hamza Bali’dir. Bizim eserini gördüğümüz en eski Türk saati, Topkapı Sarayı’nda saati bulunan, Şeyh Dede’nin saatidir.” şeklinde konuştu.

“Ahmet Eflaki Dede, ömrü boyunca 11 saat üretiyor”

Gürbüz, mekanik saat yapımının eskiden çok katmanlı ve zor bir sürece dayandığını vurgulayarak, bir saatin yapılması için farklı loncaların bir araya gelmesi gereken bir sürece ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

Osmanlı’daki saat yapımın ise Batı’daki uzmanlaşma sürecinden farklı bir şekilde işlediğini vurgulayan Gürbüz, Ahmet Eflaki Dede’nin zanaatini, “Batı’da bir saat ustası, farklı zanaatkarların yaptığı ürünleri birleştiren kişiyken biz de baştan sona bütün süreci yapan kişidir. Öyle olunca bu, bir zanaattan çok, benzeri olmayan bir başka saate benzemeyen bir ‘sanat eseri’ haline geliyor. İşte Ahmet Eflaki Dede, ömrü boyunca sadece 11 saat üretiyor ki o çok üretken bir sanatçıdır. Bir saatinin yapımı 9 senesini alıyor.” ifadeleriyle anlattı.

Gürbüz, Ahmet Eflaki Dede’nin hayat hikayesini ve saatçiliğe başlayışını ise şöyle özetledi:

“Ahmet Eflaki Dede, 1807 yılında Tekirdağ’da, bir Halveti şeyhinin oğlu olarak dünyaya geliyor. 18 yaşında İstanbul’a geliyor ve babasının arzusuyla Yenikapı Mevlevihanesi’nde, her biri 1001 gün süren iki çile dolduruyor. 1847’ye kadar buradaki hücresinde saat tamir ediyor. Onun bir ustası olduğunu bilmiyoruz. O, bu işi kendi kendine öğreniyor. 1851 yılında bir fuara katılmak üzere İngiltere’ye gitmek için yola çıkıyor fakat vapuru kaçırınca fuara yetişemiyor. Londra’ya vardığında ise burada 3 ay kaldıktan sonra buradan Paris’e geçiyor. Dönemin önemli fabrikalarından olan Paul Garnier’in fabrikasında çalışmaya başlıyor. Burada, herkesin tam teçhizatlı bir şekilde çalıştığını görüyor ve bu duruma çok üzülüyor. Bunu da yazdığı bir mektupta, ‘Benim bir haftada yaptığım işi, buradakiler bir günde yapıyor.’ diyerek dile getiriyor ve Sultan Abdülmecit’ten kendisi için aletler tedarik etmesini rica ediyor. Aletler geldikten sonra da İstanbul’da çalışmaya başlıyor.”

“Mekanik saatçilik miadını doldurdu”

Bugün mekanik saatçiliğin artık miadını doldurduğunu sözlerine ekleyen Gürbüz, şunları anlattı:

“Ben, saraya araştırmacı olarak girdiğimde saklanacak bir yer aradım. Saatlerin bozuk olduğunu görünce ise ‘Keşke şunları tamir edecek bir yerim olsa’ diye içimden geçirdim. Allah lütfetti ve bu dileğim gerçek oldu. Yöneticilerim, beni Recep Gürgen Usta’ya emanet ettiler. O beni, müşteri beklentisi olmaksızın, kendi hayatından fedakarlık yaparak yetiştirdi. Ustamın yaşantısını gördükten sonra arkasından üzülecek birisi olmak istemem. Bu yüzden bir çırağım yok. Kısacası artık bitmiş bir işten bahsediyoruz kısacası.”

Etkinlik, katılımcıların sorularının ardından sona erdi.

haberbesiri.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort